Posts by Emin Altun

Haksız Ticaret: İş Gününü 24 Saate Çıkaran Madde

Reading Time: 5 minutes

Kapitalist modernliği başlatan siyasi, ekonomik ve kültürel tarihi devrimlere, dördüncüsünü eklesek nasıl olurdu? Farmakolojik bir devrim. Çeşitli maddelerle – kahve, çay, çikolata – “masumca” başlayan, bunları kendi yaşam koşullarına uyarlamaktan sorumlu multi-milyar dolarlık düzenleyici rejim. İnsanların afyonunu unutun, gerçek uyuşturucular daha gayrimeşrulaştırılan bir sistemi desteklemek için herhangi bir ideolojiden daha fazlasını yaparlar.

17. yüzyılda ortalama bir İngiliz ailesi, günde kişi başı yaklaşık üç litre bira tüketiyordu. Çocuklar da dahil buna ve bira yapımı, ev işlerinin düzenli bir parçasıydı. Tarihçi Wolfgang Schivelbusch, 17. yüzyılda ve hatta 18. yüzyılda biranın ne kadar yaygın olduğunu duygusunu vermek için, “kural olarak kahvaltı, bira çorbasından oluşuyor” ifadesin kullanmıştır. Tıpkı Jordaens ve Rubens’in tablolarında olduğu gibi, bir bira, yumurta ve tereyağı.

17. yüzyılın ortalarında kahve, Doğu’nun egzotik bir merakı olarak görülerek keyifli ve hoş bir içecek anılmaya başlandı. O zaman, kapitalist toplumdaki rolünü belirlemek için güçlü bir özelliği vardı: Ayıltma. Alkolün insanı sarhoş yapmasına panzehir olarak kahve ayık hale getiriyordu. Burjuvazi bu olaya olumlu yaklaşıyordu. Hatta 1865’te Fransız tarihçi Jules Michelet, kahve “cinsel duyunun uyarılması için zihnin uyarılması” yerine “doğrunun beyaz ışığıyla gerçekliği aydınlatır!” diye betimliyordu. Fizikçi Colomb gibi muhafazakarlar ise kahvenin sinir sıvısını kurutmasından korkarken “genel tükenme, felç ve iktidarsızlığa” yol açacağına inanıyorlardı.

Bunlarla birlikte kahve, eski kalıplaşmış yapıların da bir şekilde yok olmasına vesile oldu. 1789’da Camille Desmoulins bir kafeden çete grubunu yönetti ve iki gün sonra Bastille’i aldı. Boston Çay Partisi bir kahvehanede planlanmıştı. İngiltere’de II. Charles, yapılan bir manifesto nedeniyle kahvehaneleri kapatmaya çalıştı, ancak kahve satıcılarının baskısı nedeniyle başarısız oldu. Kahveyi tamamen yasaklamanın çok zor olduğunu anladıktan sonra Büyük Frederick, halkı daha fazla muhalif yapmamak için din adamlarına özel kahve kavurma dersi verdirdi. “Kahve nereye girse, devrimi heceledi.” diyor W.H. Ukers.

Kahve tarihi üretiminde ulusal odak haline geldiği yerlerde, devamında çevresel yıkım oluştu

Kahvenin üretildiği yerler, kapitalist modernitenin kolonisi haline gelmeye başladı. Hollandalılar ve Fransızlar sırasıyla Java ve Haiti’ye köleler getirdi ve 18. yüzyılda Haiti dünyanın en büyük kahve ihracatçılarından (dünya kahvesinin yaklaşık yarısını sağlayan) ve köle ithalatçılarından (yılda 30.000 Afrikalı köle) oldu. 1793 Haiti köle isyanından sonra, üretimin merkezi Sri Lanka’ya taşındı. Sri Lanka ise 19. yüzyılın sonlarında kahve bitkileri için öldürücü bir mantar hastalığı olan “kahve pası”na kadar dünyanın en büyük kahve üreticisiydi. Hatta bu bitkisel salgın sadece burada değil, Hindistan, Java, Malezya, Sumatra’daki arazileri de yok etti. Bu ise Doğu Hindistan’daki İngiliz çay tekeli sayesinde çayın İngilizlerin milli içeceği olarak benimsenmesine yol açtı.

Haiti’nin düşüşünün Sri Lanka’nın yükselmesine neden olması gibi, Sri Lanka’nın düşüşü başka bir kahve gücünün doğmasına neden oldu. Brezilya, 1822’de sömürgelikten kurtulduğu için kahve oyununa girmiş ve daha sonra kahve üretimine köle ithalatı ile birlikte başlamıştı. Büyük ölçüde kahve sayesinde kölelik, Brezilya’da batı yarımküredeki diğer ülkelerden daha uzun süre kalacaktı. 1880’de Brezilyalı senatör Silveira Martins, “Brezilya kahve, kahve ise negrodur” dedi.

Köle ithalatı 1888’de yasaklandığında, São Paulo’nun kahve baronları hükümeti tarlalarda çalışmak için yoksul Avrupalıların, çoğunlukla İtalyanların göçünü desteklemeye ikna etti. Bu yeni koloni sistemi emek sistemi altında kahve üretiminin patlamasına neden oldu. Kahve kültürünün sırtında, Brezilya 1901’de dünyaya 16.3 milyon torba elden çıkardı ve diğer temel bitkileri, yağmur ormanlarının ekimini ihmal etti. 1920’lere gelindiğinde, büyük ölçüde kahve için daha fazla alan sağlamak adına yılda 3000 kilometrekarelik orman yok ediliyordu.

Kahve üretimi yoğun bir ulusal odak noktası haline geldiğinde, çevresel yıkım olmuştur. Bu nedenle kahve üretimi, Marx’ın kapitalist üretimin “zenginlik kaynaklarını, toprak ve emekçiyi tüketerek” geliştiği iddiasının açık bir örneğidir.

Daha sonraki dönemde Birleşik Devletler (1923’e kadar dünya kahvesinin yarısını tüketiyordu) ve liberal politikaların katkısıyla, bölgesel kahve üreticileri daha büyük şirketler tarafından satın alındı. General Foods Maxwell House‘u satın aldı, Nestlé Hills Brothers ve Chase & Sanborn‘u satın aldı, P&G Folgers‘ı satın aldı. Daha kaliteli ve düşük verimli arabica çekirdekleri yerine düşük kaliteli fakat daha yüksek verimli robusta çekirdeklerinin tercih edilmesiyle, büyük olan daha da büyüdü ve kahve de kötüleşti. Kahve devleri, ürünlerinin kalitesizliğini telafi etmek için reklama daha fazla yatırım yaptı. Hatta 1952’de Pan American Coffee Bureau şeklinde bir araya gelerek “coffee break” ifadesini icat ettiler ve yılda 2 milyon dolarlık bütçelerini radyo ve televizyona harcadılar.

Yeni kurumsal kahve reklam dünyasının bugünkü bakış açımıza göre en rahatsız edici özelliği, abartılan kadın düşmanlığıydı. Chock full o’ Nuts’s reklamındaki büyük puntolu yazıda “Erkekler! Buna olmasına izin verme!” diyor. Reklam setinde ayrıca, ““Bir erkeğin evi onun kalesidir! Evinizde iyi kahveyi içmeye hakkınız var ve eşinizin hizmet etme vazifesi var. Kadınsı cimriliğin kurbanı olma!” diye belirtiliyor. Chase & Sanborn “Kocanız bulursa” reklamlarıyla daha doğrudan bir tavır sergiledi. Yıllar sonra Alecia Swasy,Kadınlar reklamlarda her türlü kötüye kullanımı makul olarak kabul ederler çünkü birçoğu bunu evde duyar” sonuçlu araştırmasıyla, Proctor & Gamble’ın “reklamlarda ne kadar çirkin ve saldırgan olabileceğinin” sınırlarını çok bilinçli bir şekilde zorladığını keşfetti.

Gregory Dicum and Nina Luttinger, The Coffee Book: Anatomy of an Industry from Crop to the Last Drop

Kahve çekirdeklerinin bu şekilde değersizleştirilmesine karşı Alfred Peet ve Starbucks kurucuları gibi kahve meraklıları, 70’lerde ve 80’lerde ABD’ye yüksek kaliteli kahve ve Avrupa kahve yapma sanatını getirmek için mağazalar açmaya başladı. The Coffee Book’ta Nina Luttinger ve Gregory Dicum, kahvenin kimliğinin değiştiğinin ve “kahve çekirdeği ilgili nitelikleri olarak köken, kalite, işleme ve yetiştirme yöntemleri.” dikkat çekildiğinden bahseder. Bu noktada özel kahve üreticileri, ilk önce zanaatçıların bilgisizliğiyle daha sonra tüm bilgileriyle kahvenin diğer yönlerini metalaştırdılar. Kahve devlerinden tamamen farklı bir ürün satıyorlardı ve normal kahve pazarından özel kahve pazarının göreceli özerkliği bunu ortaya koyuyordu.

Kahve bizi uyanık tutuyor, uyarıyor, işimize makine gibi verimlilik sağlıyor

Oturup düşünürseniz özel kahve pazarında, bugünün meşalesi Starbucks gibi dalga geçilecek çok şey mevcut. 1996’da Orta Amerika kahvelerinin Hawaii’den yönlendirildiği keşfedildi, profesyoneller taklit kahveyi Kona’nın kendisinden daha iyi tanısa da üreticileri Hawai Kona kahvesi olarak markaladı. Bugün en pahalı kahvelerden biri ise Asya Palmiye Misk kedisinin dışkısından elde edilen Kopi Luwak’tır. Ve tabii ki hemen hemen her özel kahveci, çekirdek kahve satın aldığınız takdirde yerli halkları aynı anda yoksulluktan kaldırabilir ve gezegeni kurtarabileceklerini vadetmeleri için diğerleri ile kıyasıya bir rekabet içinde olurlar. Ne var ki, yeşil kapitalizmin iddiaları, eski kahve dünyasında olduğu kadar şişirilmiş ve iğrenç değildir.

Özel kahve sanatçılarının şahin kesildiği en saçma enstrüman de toplumun gerçek bir ihtiyacını karşılamaktadır: Sosyallik. Starbucks‘ın hızla büyümesinden zevk alan CEO Howard Schultz, mağazalarının sosyolog Ray Oldenburg’un ifadesiyle “third space” yani “üçüncü alan” ihtiyacını karşıladığını düşünüyor. “Üçüncü alan” ne iş ne de evdir, hem yabancılaşma hem de yalnızlıktan kaçmak için bir umumi alan. Hani niye kişisel olarak gelişiyoruz diye bir sitem vardı, bu argümana cevap olarak yalnız kalmadan toplumsal yeniden üretim gibi.

Araştırmalarım sırasında farklı bir terime denk geldim: “kafeinizm“. 1980’de kafeinizm terimi Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders‘a eklenmiş, fakat kısa süre sonra kaldırılmış. Gerçek şu ki kahve bağımlılık yapıcı ancak büyük ölçüde zararsız. Fakat kapitalizm tarihi boyunca zararsızlığı pazarlanmıştır. Luttinger ve Dicum, “kahve her zaman sanayileşmenin canavarlaştırılması için mükemmel bir tamamlayıcı olmuştur” diyor.

Kahve bizi uyanık tutuyor, uyarıyor, işinize makine gibi verimlilik sağlıyor. 1942’de To Think of Coffee’nin yazarı olan Margaret Meagher, istenmeyen bir eleştiride kahvenin işlevini uygun bir şekilde tanımladı: “Kahve, insanlığın iş gününü 12’den 24 saate kadar genişletti. Tempo, karmaşıklık, modern yaşamın gerginliği, beyin aktivitesini uyarma mucizesini –kötülük, alışkanlık yaratan son etkiler olmadan– gerçekleştirebilecek bir şey.” Avrupa’ya ilk getirildiğinde ilaç niyetine kullanılan kahvenin üretimi, küresel iklim değişikliği ile tehdide uğruyor. Mevcut gidişatta, kahve yetiştiriciliğine uygun arazi miktarı 30 yıl içinde yarıya inecek. Kahve olmayan bir dünya hayal etmek zor, özellikle de şu anda geçimini kahve yetiştiriciliğinden sağlayan kırsaldaki 20 milyon aileyi düşündüğümüzde. Ama o zaman da, çok daha yıkıcı olacak kapitalizmin kendi erozyonu ve diğer sayısız etkilerini anlamak zor.

Çocuklarınıza Mühendisliği Sevdirecek Ücretsiz 44 Dyson Deneyi

Reading Time: 2 minutes

Bir öğretmenseniz veya bütün yazı evde çocuğunuzla geçiren bir ebeveynseniz ihtiyaç duyduğunuz şey, bilinçli bir şekilde planlanmış eğitici projeler ve içeriklerdir. Dyson, balonla çalışan bir araba yapmaktan spagetti’den bir köprü inşa etmeye kadar, evde denemek için 44 mühendislik ve bilim deneyi paylaştı. Bu bilimsel 44 deney, bu yazlık sorununuza çözüm olacak.

James Dyson Vakfı ve Dyson mühendislerinin bilim ve fiziğin temel prensipleri çerçevesinde hazırladığı ve balon, plastik şişe, bulaşık sabunu, yumurta gibi basit ev eşyaları ile yapılabilen ücretsiz 44 mühendislik ve bilim deneyi setini indirebilirsiniz.

Örneğin bir proje, bitkisel yağ, gıda boyası, Aspirin tableti ve bir el feneri kullanarak bir lav lambasının nasıl yapılacağını öğretiyor. Aspirin tableti, sudan daha hafif olan CO2 kabarcıklarına neden olur ve bu kabarcıklar yükselmeye başlar. Yükselirken renk damlacıklarını da yukarıya doğru çeker ve tam bu süreçte bir de el fenerini şişeye doğru tutarak bakın.

Başka bir proje, bir yumurtayı kırmadan bir cam şişeye nasıl sokabileceğinizi öğretir. İşin sırrı, proteinleri parçalamak ve elastik hale getirmek için yumurtayı sirke içinde bekletmektir. Ayrıca şişeyi önceden ısıtırsanız, böylece soğudukça içerideki hava sıkışır ve yumurtayı içine emer.

Bu proje aslında 2016 yılında yayınlanmıştı fakat Dyson karantina döneminde tekrar öne çıkarmaya başladı. Gerçekten de şu anda evden öğrenen milyonlarca çocuk için, deneyler ilgi çekici ve yerinde görünüyor.

Yedi ve üstü çocuklar için uygun olan deney kartları, her zorluğa göre bir yöntemle gerekli malzeme listesi, nasıl tamamlanacağına dair ipuçlarıyla ve nasıl çalıştığının bilimsel bir açıklaması ile birlikte verir. Bazıları ebeveyn denetiminde olduğu sürece anaokulu öğrencisine bile uygun gözüküyor. Deneylerin full paketini ücretsiz indirmek için Dyson Vakfı’nın sitesini ziyaret edin.

Denemeniz Gereken 9 İtalyan Peyniri

Reading Time: 5 minutes

Uzun süredir İtalya ile bağı olan biri olarak buradaki peynir deneyimlerimi, neyle neyin iyi gittiğini bu yazımda aktarıyor olacağım. Peynir deyince akla Fransız ve Alman peynirleri de geliyor. Hatta Fransız peynirleri ile ilgili deneyimimi bir yazıda derlemiştim. İtalyan peyniri bence Fransız peyniri kadar marketingi yapılan ve çok çeşitli peynir olmasa da keşfedilecek gizli kalan cevher olduğunu düşünüyorum. Fransız ve İtalyan peyniri arasındaki diğer fark ise; Fransız peyniri yemeklerden önce veya sonra servis edilirken İtalyan peyniri öğünle beraber servis edilir.

En çok duyduğumuz parmesan peyniri, sıcacık makarnanın veya roka salatının üstüne rendelenmiş şekilde göze çarpar. Ricotta ise genelde zeytinyağı ve peksimet ekmeği ikilisiyle iyi gider ya da lazanya ve cheesecake’de kullanılır. İşte repertuarınızın bir parçası olması gereken bu sevilen İtalyan peynirlerine gelin yakından bakalım.

Bilmeniz Gereken 9 İtalyan Peyniri

Gorgonzola (İtalyan Damarlı Peynir)

Gorgonzola peyniri

Gorgonzola, Lombardiya bölgesinin inek sütünden yapılan bir peynirdir. Daha yumuşak dolce ve yıllandırılmış daha sert naturale olmak üzere iki çeşidi bulunur. Eski zamanlarda bu peynir nemli mağaralarda gizlenen penicillium‘dan doğal olarak mavileşiyordu. Şimdi ise delinerek küf enjekte edilir. Taze gorgonzola Brie peyniri gibi bir dokuya sahip kremsidir, yaşlandıkça sertleşir ve ufalanır. Tattığınızda sarımsak ve biber aromasını hissedeceksiniz.

Amarone gibi yoğun veya tatlı bir şarapla iyi gider. Salata peyniri olarak kullanılabilir ve makarnaya da yakışacaktır. Tazesi incirli tatlılarda kullanıldığında kremsi özelliğiyle hoş bir tat verir.

Pecorino Toscano

Pecorino Toscano peyniri

Adından da anlaşılacağı üzere Toskana bölgesinin peyniridir ve koyun sütünden yapılır. Bu yüzden de biraz yağlıdır, koyun sütünü sevmeme rağmen bu peyniri yemedim demem. İçerisindeki zeytin ve kızarmış ceviz aromasını muhtemelen hissedersiniz. DOP yani aslına sadık kalınarak formülü bozulmadan hazırlanan anlamına gelen korumaya sahiptir.

Yapımı birkaç aydan bir yıla kadar değişen bu peyniri hem dilimleyerek yiyebilir hem de rendeleyebilirsiniz. Toskana bölgesinde çorbalarda, kırmızı et ve sebze yemeklerinde kullanılıyor.

Taleggio

Taleggio peyniri

Lombardiya bölgesinde inek sütünden yaklaşık 6 haftada hazırlanan bir peynirdir. Taleggio salamurada bekletildiği için dış kabuğu yapışkan ve turuncumsudur. Şaşırtan kısmı ise kabuğunun kalınlığı olmuştu benim için. Bayıldığım bir peynir olmasının yanında cevizimsi aromasını hissedebilirsiniz.

Muhlamanın İtalyan versiyonu olan polenta‘nın üzerine eritirseniz güzel bir sonuç çıkıyor. Meyve aromasına sahip beyaz ve Barolo gibi kırmızı şarapla iyi gider. Ama ekmeğin üstüne sürüp yeseniz bile bu tatmin edecektir.

Fontina d’Aosta

Fontina d’Aosta peyniri

Fontina d’Aosta, birden fazla bölgede yapılan bir İtalyan peyniri. Emilia-Romagna’da Parma, Reggio Emilia, Modena ve Bologna; Lomardy’de Mantova şehirlerinde üretilir. İtalya Alpleri’nde ise taze sütten üretilir. En az 3 ay bekletilmek üzere inek sütünden yapılır. Meyvemsi tatlı bir karaktere sahiptir. Tuzlu peynir sevenler için Fontina d’Aosta, belki sıradan gelecektir.

Böyle hevessiz anlattım biraz ama Fontina dünya genelinde yaygın kullanılan bir İtalyan peyniri. Peynir tabaklarının bağımsız katılımcısıdır. Taze ekmekle ya da fondü şeklinde tüketilebilir. Erime sıcaklığı düşük olması nedeniyle sıcak sandviç yapmak için elverişlidir. Buzdolabından çıkarıp yiyecekseniz dışarıda yarım saat bekletip yumuşamasını sağlamanız gerekir.

Parmigiano-Reggiano (Parmesan Peyniri)

Parmesan peyniri

Geldik şampiyonalar liginin daimi katılımcısına. Emilia-Romagna bölgesinde inek sütünden üretilir. Üretim süresi iki yıldır. Kanunlar, parmesan peynirinin Nisan ve Kasım ayları arasında yapılmasını söylüyor. Böylece, inekler taze yeşil otla beslenir ve parmesan peyniri tuzlu, baharatlı ve keskin bir karmaşık tada sahip olur. Parmesan peynirini abartı bulan arkadaşlarım da grana padano’u tercih ediyor. Grana Padano peyniri, daha yumuşak ve homojen bir tada sahiptir.

Makarna, risotto, yumurta sebze, et yemekleri, salata, çorba… Her yerde karşılaşabilirsiniz. Kırmızı şarapla iyi gider.

Mozzarella di Bufala

Mozzarella di Bufala peyniri

Yine Napoli bölgesi başka bir özel lezzetiyle karşımızda. Mozzarella di Bufala, Napoli’nin güney ve batı bölgesinde üretilir. Manda sütünden üretilir. Listemizdeki diğer peynirler gibi olmayıp 1-2 günde üretilir. Manda sütü, bu top peynirlere tatlılık verir. Nemli, tatlı, yumuşak, yağlı, süt tadı bir miktar etkin ve tamamen eşsiz. Mozarella el ile yapıldığı için daha çok lifli bir dokuya sahiptir.

Peksimet ekmeği, sulu bir domates, fesleğen yaprağı, birazcık tuz ve karabiber hafif bir öğün sizinle. Dondurulmuş hamsiyle de iyi gittiğini söylerler fakat henüz test etme şansım olmadı. Pizza üstü malzemesi olarak yaygın kullanılır. Barbekü mantar yapacaksınız saplarını koparıp içine mozarella atabilirsiniz. Hatta, menemene bile katmışlığım var, sonuç gayet güzeldi.

Provolone

Provolone peyniri

Eskiden Basilicata‘da, yani Güney İtalya’da, yapılıyordu ancak şimdilerde provolone ülke çapında farklı şekil ve tarzlarda yapılıyor. İnek sütünden birkaç ay ve bir yıla varan sürede yapılır. Daha fazla yaşlanması, daha keskin, daha yoğun lezzet anlamına gelir. Provolone, salamura ve yağda mozzarella peynirini ovalayarak kurumaya bırakılmasıyla ortaya çıkar. Sonuç, lezzetli, tuzlu, hafif yağlı, hoş kokulu, balon veya kabak şeklindeki bir peynir olacaktır. Eğer fabrikasyon peynirlerine alıştıysanız İtalya’dan yaşlı provolone mutlu edecektir.

Brokoli, rosto veya köfte ile harika bir sandviç peynir yapabilirsiniz. Omlete eritebilirsiniz. Ya da soğuk bir bira ve bir kase zeytin ile servis yapın.

Asiago

Asiago peyniri

Po Vadisi’nden Asiago Platosu ve Trentino yaylaları arasındaki Alp otlaklarında üretilir. İnek sütüyle birkaç hafta ve bir yıl süre zarfında üretilen bir İtalyan peyniri. Kolayca yenen bir peynirdir: hafif, laktik, yumuşak. Genç Asiago yumuşaktır, yaşlanmasıyla dokusu Parmesan kadar sertleşir. Tadı yaşla birlikte yoğunlaşır, ancak asla keskinleşmez.

Özellikle salam, iyi bir ekmek ve kırmızı bira ile mükemmel gider. Taze Asiago sandviçler ve salatalar için idealdir; yaşlı rendelenmiş Asiago makarna, salata ve graten ekmekle iyi gider.

Robiola Piemonte

Robiola Piemonte peyniri

Piedmont bölgesinde yani Torino ve çevresinde yaklaşık bir haftada üretilen bir İtalyan peyniri. Robiola, inek, keçi veya koyun sütü ile ya da üçünün kullanılmasıyla yapılan taze bir peynirdir. Nemli, keskin, kabuksuz, hemen eriyen dondurma gibi bir dokuya sahiptir. İtalya’nın üçlü kreme cevabı bu peynir oluyor sanırım. Koyun ve inek sütüyle yapılırsa Robiola Bosina, üç sütün birleşimiyle yapılırsa yoğun bir tada sahip Robiola Rocchetta ortaya çıkıyor.

Kolay eriyen bir peynir olmasıyla çok fazla öneri sıralamayacağım. Bir bardak Prosecco ile keyfinize bakın.

Salute!

Grice İşbirliği İlkesi Nedir? Konuşmada Beklentilerimizi Artırır mı?

Reading Time: 3 minutes

Günlük hayatta herkesin karşılıklı dil değişimini engellememesi ve aksine kolaylaştırması beklenir. Konuşma sırasında her katılımcı, konuşma hedeflerine ulaşmak için uygun bir katkı yapmaya çalışır. Karşılığında ise diğer taraftan rasyonel, işbirlikçi ve hedefe yönelik katkı yapmasını bekler. Böylece, işbirliği beklentiyi arttırır. H. Paul Grice, bu genel kuralı İşbirliği İlkesi (Cooperative Principles) olarak adlandırmaktadır.

Bu ilke, ifade edilen şeyin, konuşmanın amacı ve yönü doğrultusunda, gereken zamanda ve gerektiği kadar söylenmesini açıklar ve dört alt kategoriye ayrılır. Bunlar nicelik, nitelik, bağlantı ve tarz ilkeleridir. Nicelik, konuşmaya gerekli katkının yapılması ilkesidir. Bu ilkeye göre bilgi, ne gereğinden az ne de fazla olmalıdır. Evet, fazladan verilen bilgi de bu kuralı ihlal ediyor. Nitelik, yanlış olduğuna inanılan bir bilginin konuşma esnasında aktarılmasını ifade eder. Bağlantı ilkesi, konuşmada konu dışına çıkılmamasına, alakasız sözler söylenmemesine işaret eder. Tarz ilkesi ise, ifadenin açıklığıyla ilgilidir.

Grice‘a göre bu ilkelerden herhangi birini yerine getirmediğimizde işbirliği kuralını ihlal etmiş sayılıyoruz. Konuşmanın amacı, iletişim sürecinde başka bir noktaya evrilebileceği gerçeği var ama bu Grice işbirliği ilkesinden farklı bir şey. İroni yapma, espri yapma, dalga geçme ve istenmeyen durumdan kaçma da Grice’a göre bu ilkeleri ihlal ediyor. Bazı edimbilimcilere göre ise bağlantı ilkesi (maxim of relation) gereklidir.

Günümüzü baz aldığımızda ise Grice’ın işbirliği ilkesi birçok probleme çözüm oluyor gibi. Madalyonun diğer yüzüne bakarsak sadece bağlantı ilkesinin olması veya bazı ilkelerin ihlal edilmesi günü kurtarmamızı sağlıyor. Buna farklı perspektiflerden bakmak için gelecek 3 başlıkta teknoloji, Türk kültürü ve ilişkiler açısından inceleyeceğiz.

“Şimdi, Yapmak İstediğiniz İşlemi Birkaç Kelimeyle Belirtin…”

Bu cümleyi banka veya telefon operatörü çağrı merkezini aradığımızda duyuyoruz genelde. Yapmak istediğimiz şeyi nicel ve bağlantı ilkelerine uygun belirtmezsek amacımıza ulaşamıyoruz. Ya da chatbot iletişim kanallarında yazdığınız anahtar sözcüğe göre sizin beklemediğiniz bir cevap verebiliyorlar. Esasında söylediğiniz şey, Grice işbirliği ilkesi ne uygun olmasına rağmen chatbot anlamıyor ve bu yüzden o kapsam dışına çıkıyor. Teknoloji, kurallara uyan-uymayan ifadeleri anlamakta zorluk çekerken insanoğluna ise bu anahtar kelimeleri kullanmak zor veya sıkıcı geliyor.

via GIPHY

Tam bu noktada iki rolün birbirinden uzaklaşması işi zorlaştırırken yakınlaşması iletişim sürecini etkili kılıyor. Yani teknolojinin daha kapsamsal bir dile sahip olması, retorik dili anlayabilmesi, koşullandırmanın çeşitlenmesi ve insanın ifadesini kısa, açık bir şekilde amacına uygun söyleyebilmesi. Böylece, Grice ilkesi ile konuşmada işbirliği ve akabinde beklenti artar.

“Hayır, istemiyorum.”

Demek yerine “Yemek yer misin?” sorusuna “Ya esasında 2 saat önce başka bir arkadaşımla yemek yemiştim” olarak cevap verebiliyoruz. Ya da “nasılsın?” sorusuna “saol, teşekkür ederim” dediğimizde ne anlama geliyor? Kibar bir millet olabiliriz ama neden başta bir şeyi amacına uygun yapmıyoruz? Teknoloji konusunda olan sıkıcılık bir faktör olabilir. Türkçe ne kadar zengin bir dil ya da ne kadar fakir bir dil olduğu başka bir faktör olabilir. Anlatmak istediğimiz şeyin başkasında ne anlama geldiğini etkileyen kültürel denge de başka bir faktör olabilir. Buraya kadar bahsettiklerim nicel, bağlantı ve tarz ilkeleriyle ilgili.

Bir de iletişim sürecinde kullandığımız üçüncü kişi zamiri ve beden dili var. Türkçede üçüncü kişi zamirlerinin he/she/it diye ayrılmaması gündelik hayatı daha pratik yapması ve bütüncül bakış açısı katarken aynı zaman belirsizliğe neden olurlar. Beden dili açısından, bir şeyi istemediğimi belli etmek için kafamı salladığımda bazı yabancı arkadaşlarımın bunu anlamadıklarını farkettim. Bu Grice işbirliği ilkesine dahil olmasa da iletişim sürecini etkileyen faktör.

H. Spencer’ın rahatlama kuramında gülme, insanın içinde biriken sinirsel enerjinin boşaltılması sonucu oluşur. Bizi güldüren Nasreddin Hoca, 13. yüzyıldan bu yana anlatıla gelen kültürel bir zenginliğimiz. Peki, bu fıkralar Grice’ın işbirliği ilkesine uyuyor mu? Hayır, birçok durumda ihlal ediyor. Hikayelerde, kahramanlar, konuşmalara gerçek ve istenen katkıyı sağlamaz. Beklediği cevaplarla karşılaşamayan dinleyici ise aykırılık karşısında güler. Coşar ve Usta, “Bu gülüş, düşündüren, sorgulayan, yanlışı yıkan, görevci olmasıyla değerli, milli ruh taşıyan evrensel bir gülüştür” diye belirtiyor. Grice’ın ilkelerine uymayan konu ile bağlantısız yeterince bilgi vermeyen bu fıkralar, aksine daha akılda kalıcı mesaj veriyor.

“Artık beni anlamıyorsun!”

Dil faaliyetinin nihai hedefi, iletişim ortamında bir anlam üretmektir. Peki, ilişkilerimiz ne kadar anlamlı ve ne amaçla kuruluyor? Uzun ilişkiler, bazen beklentiyi arttırıp hayal kırıklığı ile sona gelebiliyorken bazen de bu iletişimi daha da sağlamlaştırıyor. Bir eğitim bilimleri dersimde hoca, ilişkilerimizde kriz anını eğlenceye dönüştürerek aşabiliyorsak o ilişki sağlamlaşmıştır demişti. Bu doğrultuda, dilin karşı tarafa yeteri derecede, doğru ve alakalı bilgi vermesi sonucunda verilen anlam yükü veya beklenti, tam tersine saniyeler içinde Grice ilkeleri ihlal edilerek yıkılmaz hale geliyor. Peki, konuşmada işbirliği beklentiyi artırıyor, ya beklentilerimiz?

Dil olmadan ilişki kurmak imkansız. Bir insanla ortak zevklerimizin olup olmadığını konuşarak anlayabiliriz. Bir sorun olduğunda karşı taraf ile iletişim kurup sorunu anlayabiliriz. Buraya kadar hep anlam faktöründen bahsettik, bir de ne hissettiğimiz var. Leibniz’te bulanık, karanlık düşünme, duyma ve istencin yanında olma anlamına gelen duygu ve duygularımız. Charles Dickens’ın Büyük Umutlar‘ında dediği gibi bazen kapıyı kapatıp yalnız kalmak, en güzel şey oluyor. Peki, konuşmuyorsak bu bir çözüm mü? Anlamı nasıl doğru, alakalı ve gerektiği kadar alacağız? Burada aklıma Suskunlar kitabının son cümlesi geliyor: “Belki de susmak, gerçeği anlamanın tek yoluydu“. Ki bu sefer zaman kuralını çiğnedik.

İnsanları Hareketlerinden Anlayabilen Araçlar(a) Doğru mu?

Reading Time: < 1 minute

Trafik ışıklarının olmadığı bir bölgede veya yayanın yola aniden atlaması durumunda bir otonom araç nasıl bir karar verir? Otonom araçlar konusunda en ufak bir şüphesi olanlar olumsuz yönde düşünebilir, ama esasında durum pek öyle değil. Örneğin, bir kavşak var ve trafik ışıkları çalışmıyor. Waymo’nun aracı bu durumu tespit ediyor ve yolun sol tarafında duran polise göre hareket ediyor. Polis gitmesini işaret etmedikten sonra araç hareket etmiyor. Hatta, araçların algılayıcıları ve yazılımları bisikletçilerin dönüş yaparken, dururken vb. yaptığı el işaretlerini de anlayabiliyor. Hemen aşağıdan Waymo’nun bu makine öğrenimini izleyebilirsiniz.

Bir diğer yandan araştırmacılar otonom araçların yayaların hareketlerini algılayıp sonraki hareketleri daha iyi tahmin edebilmesi için vücut dili üzerine çalışıyor. Bunun için araştırmacılar, araçların kameralarından, lidar sistemlerinden ve GPS’lerinden topladıkları data ile insanları 3D bilgisayar simülasyonlarıyla tekrar canlandırdılar.

Böylece, tekrarlayan olayları depolayan yapay bir ağ sistemi oluşturuyorlar. İnsanların yürüyüş şekline, vücut simetrisine ve ayaklarının konumuna odaklanarak yayaların bir sonraki hareketini tahmin edebiliyor ve otonom araçları bu hareketleri tanımaları için eğitebiliyorlar.

Dünyada bu gelişmeler olurken otonom araçların vadettikleri şeyleri ıskalamaları da gözden kaçmıyor. Bunun bir örneği üzerinde çok gelişmiş kamera ve sensör sistemleri bulunan Tesla Model 3. Arada çok mesafe olmasına rağmen otomobilin bu devrilmiş kamyonu görerek otomatik fren yaparak kazayı önleyememiş olması çok garip duruyor.